22 Temmuz 2011 Cuma

Buldun Kılsızını İstiyorsun!

Beden kutsaldır! Bu yazıya öncelikle bu önkabulle başlamalı. Beden, 5 duyumuzla varolduğumuz bu evrende/ bu evrenle bizim biricik iletişim aracımız. Beden biricik, beden kıymetli, beden sağda solda, onunla bununla harcamayacak kadar önemli!

Beden, "Ben"i gerçekleştirme aracımız. Kendimizi var edebilmek, ifade edebilmek, etrafımızı algılamak ve etrafımıza algılatmak için kullandığımız araç. Kendimizi doğru algılatabilmek için ise mümkün olduğunca kendimize samimi olmamız şart. Etrafa kendini sevdirmek, beğendirmek için çabalarken kişinin unuttuğu şey ise şu: Kendini sevmeyen, başkası tarafından da sevilemez...

Kendini sevmek için kişinin öncelikle kendini tanıması lazım. Pek çok kişi "Bu ne biçim laf? Tabi ki kendimi tanıyorum" diyor, biliyorum. Kendini tanımanın tanımını yapmak gerek önce. Kendini tanımak demek, kendine dürüst olmak demek. Kendiyle iletişimde olmak demek. Sevdiği şeylere sahip çıkmak, sevmediklerinden kendini sakınmak demek. Ben'ci olmak demek, ben'cil olmak demek... Bedeniyle iletişimde olmak demek. Kendini tanımak demek, bedenini tanımak demek, bedenini sevmek demek. Kendini aynada bile incelememiş olan biri, kendini tanıdığını iddia edebilir mi? Mastürbasyon yapmaya utanan biri, bedenini tanımaktan söz edebilir mi? Bedenine nasıl zevk vereceğini bilmeyen biri, başkasına zevk verebilir mi?

Çocukluktan kadınlığa geçen bedende bir çok fark belirir; bunlardan en belirginleri büyüyen memeler ve kıvrımlanan beden hatları ve uzayan tüyler.
Bu kıl-tüy konusu enteresan bir konu. "Ne kadar kılsızsan o kadar temizsin" gibi bir algı var...

Pek çok erkek tüysüz bir amı, am olarak değil, bebek-çocuk pipisi gibi algıladığı için tercih ediyor.
"Pırıl pırıl" dendiği zaman da durumun iyice altı çizilerek tüysüz olanın iyi olduğuna gönderme yapılıyor.
Kadın amı tüylerden ötürü bir "bilinmezlik" duygusu yarattığından, alt benlik olarak pek çok erkek tüyleri tehdit olarak algılıyor. Hatırlayanlarınız olacaktır, bir Almodovar filmi olan "Hable Con Ella"  filminde müthiş bir sahne vardır. Adam gittikçe büyüyen, büyüdükçe devleşen bir Am'dan içeri düşer, aynı bir uçurumdan aşağı düşer gibi...
Bu konunun eminim psikolojik ve hijyenik pek çok alt kırılımı vardır ve konu bir çok farklı açıdan tartışılabilir ancak benim asıl altını çizmek istediğim şu: Sen kendini nasıl seviyorsan, doğrusu odur!

Kişi, bedeninin tek sahibidir. Öncelikli olarak kendi bedenini sevmeyen, başkasına da kendini sevdiremez. Konu tüy ya da başka birşey, aslolan kişinin ne istediğidir. Kişi eğer kendini tüylü seviyorsa, sırf erkekler sevmiyor diye budamak çok yanlış. Hoş, bence bebek gibi görünmek zaten kadın doğasına ters ama öncelikli olarak önemli olan kişinin kendi tercihleri... "Ben" oldukça, mutluluk artar.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

"BEN"

İnsanların mukaddes mabetlerinin kutsal eşiğinden içeri,onlara rağmen adım atmayın...

...

Ben varım. Var olacağım. Ellerim... Ruhum... Bu gök benim... Benim ormanım...  Benim dünyam... Bu benim vücudum ve ruhum; aradığım herşey Ben'de... Ben,  var olmanın, yaşayan, yürüyen, hisseden canlı bir ispatıyım.
Gören benim gözlerim ve benim gözlerimin bakışı bütün dünyayı güzelliğe boğuyor. Duyan benim kulaklarım ve benim kulaklarımla duyabilmek, dünyadaki bütün sesleri tatlı namelerle süslüyor. Düşünen benim aklım ve gerçekler benim düşüncelerimle aydınlanıyor. Kendi arzumla seçen benim ve yalnızca arzumla seçtiğim şeylere hürmet ve sevgi duyacağım.

İyi, kötü, doğru, yanlış birçok kelime biliyorum. Ama bunların içinde kutsal olan bir tane var, o da "BEN".
Seçtiğim yolu aydınlatan ışık ve o yolun pusulası içimde ve orada her şeyimle;  gören gözüm, duyan kulağım, anlayan ve düşünen aklımla ben varım.

Hedefim ve kendimin tek amacı: huzur ve mutluluk. Mutluluk o kadar yüksek bir değer ki, daha üstün bir hedefin bile peşinde koşmaya ihtiyacım yok.  Mutluluğum herhangi bir sona giden bir araç da değil. O gidilebilecek en son nokta, ulaşabilecek en büyük hedef. Kendi kendimin hedefi, kendi kendimin sebebi...
Ben başkalarının ulaşmaya çalıştığı sonların da aracı değilim. Başkalarının bir aleti, tornavidası da değilim. Başkalarının arzularının hizmetkarı da, yarasının bezi de, onların mabedlerine adadıkları kurban da olmayacağım...

Ben bir insanım. Bana ait olan bu mucize, benim sahip olduğum ve koruyacağım bir şey; ben koruyacağım, ben kullanacağım ve onun önünde yalnız BEN secde edeceğim.
Sahibi olduğum güzellikleri, erişilmez değerleri kimseye teslim ve emanet etmeyeceğim. Hatta onları istemediğim sürece kimseyle paylaşmayacağım. Onlar benimdir. Yalnız BENİM. Manevi bütünlüğümün hazinesini, bozuk para gibi harcayıp fakir ruhlara, manevi bütünlüğü olmayanlara sadaka olsun diye rüzgarın hakimiyetine terk etmeyeceğim. Bana ait olan, benim sahip olduğum bütün zenginlikleri; düşüncemi, arzumu, hürriyetimi ben koruyacağım. Bunların içinde üzerine en çok titreyeceğim, en ulu göreceğim şey, şüphesiz hürriyetimdir. Onu kimseye teslim ve emanet etmeyeceğim. Hatta kimseyle paylaşmayacağım.
Babama-çocuğuma, karıma-kardeşlerime, hiçkimseye hiçbir şey borçlu değilim.  Onlardan istediğim, talep ettiğim bir alacağım da yok. Hiç birinden benim için yaşamasını talep etmiyorum ve ben de hiçbirisi için yaşamıyorum. Hiçbirinin ruhunda gözüm yok ve artık hiçbiri benim ruhuma hasetle bakamaz.

Onların düşmanı da dostu da değilim. Her biri hak ettikleri yerde duruyorlar içimde. Bildiğim tek şey varsa, o da sevgimi kazanmaları için, doğmuş olmaları yetersizdir. Sevgimi hiç kimseye laf olsun diye, sebepsiz yere veremem. Şans eseri yanımdan geçen, yanımda duran, yanımda doğup yaşayan kimse onun sahibi olamaz.

Ben sevdiğim insanlara sevgimle şeref veririm. Şeref ise kazanılması gereken bir şeydir. Bunun yolu da söyleneni düşünmek, istenileni söylemek, emredileni istemek, kısacası yaşamak için yerde sürünmeye rıza göstermek olamaz.


Artık insanlar arasından arkadaşlarımı BEN seçiyorum. Ama arkadaşlar, köleler veya efendiler değil. Sevgimin temeli olan hürmetle bağlanıyoruz birbirimize, mecburiyetle değil. Gönlümün istemediğini yapmayacağım. Gönlümün istediğini seçiyor ve seçtiklerimi sevip onlara hürmet ediyorum. Onların ne esiri, ne de hakimi olacağım. Onlara ne emredeceğim, ne de itaat.
Onlarla istediğim zaman, daha doğrusu karşılıklı arzularımız mevcut olduğu zaman ve arzularımızın devamı süresince el ele sıkışacağız, el ele tutuşacağız, el ele oturup dostluk kuracağız ve yan yana yalnız olacağız.
İnanıyorum ki herkes ruhunun tapınağında yalnızdır ve yalnız olmalı, yalnız bırakılmalıdır. Bırakın herkesin içindeki bu mabet dokunulmamış, lekelenmemiş olarak kalsın. Bırakın insanlar istedikleri elleri, istedikleri sevgi ve şiddetle sıksınlar; insanların mukaddes mabetlerinin kutsal eşiğinden içeri, onlara rağmen adım atmayın.

Bütün ellerin, en kirlisinin bile mıncıklamaya hak kazandığı anda mutluluğumun ne değeri olabilir? Aptalların bile el uzattığı yerde aklımın, sefil ve güçsüzler de dahil olmak üzere bütün yaratıkların tahakkümü altında kalan hürriyetimin ne kıymeti olabilir? Ve yalnız eğilerek, itaat ederek, hürmet etmediğim kişilerin hürmet etmediğim fikirlerini kabul edeceksem, hayatımın ne kıymeti olabilir?
Ben, "biz" denen o korkunç hayaleti, esaret, çapulculuk, sefalet, cehalet ve hayasızlıktan gelen bu rezalet kelimeyi ezdim, çiğnedim, mağlup ettim.
İşte gerçek kudretin gerçek yüzünü görüyorum şimdi. Bu kudreti toprağın üzerinde yüceltiyorum.
Bu kudreti insanlar var oldukları günden beri aramışlar, bu bilinmeyen kudret onlara mutluluk, huzur ve gurur vermiş. Bu kudret,bu tek kelime:
BEN
Buraya ve her yere, benim bayrağım ve işaretim olan kelimeyi yazacağım. Bu kutsal kelime:
BEN 


(Ayn Rand; "Bencilliğin Erdemi" kitabından)