4 Temmuz 2011 Pazartesi

"BEN"

İnsanların mukaddes mabetlerinin kutsal eşiğinden içeri,onlara rağmen adım atmayın...

...

Ben varım. Var olacağım. Ellerim... Ruhum... Bu gök benim... Benim ormanım...  Benim dünyam... Bu benim vücudum ve ruhum; aradığım herşey Ben'de... Ben,  var olmanın, yaşayan, yürüyen, hisseden canlı bir ispatıyım.
Gören benim gözlerim ve benim gözlerimin bakışı bütün dünyayı güzelliğe boğuyor. Duyan benim kulaklarım ve benim kulaklarımla duyabilmek, dünyadaki bütün sesleri tatlı namelerle süslüyor. Düşünen benim aklım ve gerçekler benim düşüncelerimle aydınlanıyor. Kendi arzumla seçen benim ve yalnızca arzumla seçtiğim şeylere hürmet ve sevgi duyacağım.

İyi, kötü, doğru, yanlış birçok kelime biliyorum. Ama bunların içinde kutsal olan bir tane var, o da "BEN".
Seçtiğim yolu aydınlatan ışık ve o yolun pusulası içimde ve orada her şeyimle;  gören gözüm, duyan kulağım, anlayan ve düşünen aklımla ben varım.

Hedefim ve kendimin tek amacı: huzur ve mutluluk. Mutluluk o kadar yüksek bir değer ki, daha üstün bir hedefin bile peşinde koşmaya ihtiyacım yok.  Mutluluğum herhangi bir sona giden bir araç da değil. O gidilebilecek en son nokta, ulaşabilecek en büyük hedef. Kendi kendimin hedefi, kendi kendimin sebebi...
Ben başkalarının ulaşmaya çalıştığı sonların da aracı değilim. Başkalarının bir aleti, tornavidası da değilim. Başkalarının arzularının hizmetkarı da, yarasının bezi de, onların mabedlerine adadıkları kurban da olmayacağım...

Ben bir insanım. Bana ait olan bu mucize, benim sahip olduğum ve koruyacağım bir şey; ben koruyacağım, ben kullanacağım ve onun önünde yalnız BEN secde edeceğim.
Sahibi olduğum güzellikleri, erişilmez değerleri kimseye teslim ve emanet etmeyeceğim. Hatta onları istemediğim sürece kimseyle paylaşmayacağım. Onlar benimdir. Yalnız BENİM. Manevi bütünlüğümün hazinesini, bozuk para gibi harcayıp fakir ruhlara, manevi bütünlüğü olmayanlara sadaka olsun diye rüzgarın hakimiyetine terk etmeyeceğim. Bana ait olan, benim sahip olduğum bütün zenginlikleri; düşüncemi, arzumu, hürriyetimi ben koruyacağım. Bunların içinde üzerine en çok titreyeceğim, en ulu göreceğim şey, şüphesiz hürriyetimdir. Onu kimseye teslim ve emanet etmeyeceğim. Hatta kimseyle paylaşmayacağım.
Babama-çocuğuma, karıma-kardeşlerime, hiçkimseye hiçbir şey borçlu değilim.  Onlardan istediğim, talep ettiğim bir alacağım da yok. Hiç birinden benim için yaşamasını talep etmiyorum ve ben de hiçbirisi için yaşamıyorum. Hiçbirinin ruhunda gözüm yok ve artık hiçbiri benim ruhuma hasetle bakamaz.

Onların düşmanı da dostu da değilim. Her biri hak ettikleri yerde duruyorlar içimde. Bildiğim tek şey varsa, o da sevgimi kazanmaları için, doğmuş olmaları yetersizdir. Sevgimi hiç kimseye laf olsun diye, sebepsiz yere veremem. Şans eseri yanımdan geçen, yanımda duran, yanımda doğup yaşayan kimse onun sahibi olamaz.

Ben sevdiğim insanlara sevgimle şeref veririm. Şeref ise kazanılması gereken bir şeydir. Bunun yolu da söyleneni düşünmek, istenileni söylemek, emredileni istemek, kısacası yaşamak için yerde sürünmeye rıza göstermek olamaz.


Artık insanlar arasından arkadaşlarımı BEN seçiyorum. Ama arkadaşlar, köleler veya efendiler değil. Sevgimin temeli olan hürmetle bağlanıyoruz birbirimize, mecburiyetle değil. Gönlümün istemediğini yapmayacağım. Gönlümün istediğini seçiyor ve seçtiklerimi sevip onlara hürmet ediyorum. Onların ne esiri, ne de hakimi olacağım. Onlara ne emredeceğim, ne de itaat.
Onlarla istediğim zaman, daha doğrusu karşılıklı arzularımız mevcut olduğu zaman ve arzularımızın devamı süresince el ele sıkışacağız, el ele tutuşacağız, el ele oturup dostluk kuracağız ve yan yana yalnız olacağız.
İnanıyorum ki herkes ruhunun tapınağında yalnızdır ve yalnız olmalı, yalnız bırakılmalıdır. Bırakın herkesin içindeki bu mabet dokunulmamış, lekelenmemiş olarak kalsın. Bırakın insanlar istedikleri elleri, istedikleri sevgi ve şiddetle sıksınlar; insanların mukaddes mabetlerinin kutsal eşiğinden içeri, onlara rağmen adım atmayın.

Bütün ellerin, en kirlisinin bile mıncıklamaya hak kazandığı anda mutluluğumun ne değeri olabilir? Aptalların bile el uzattığı yerde aklımın, sefil ve güçsüzler de dahil olmak üzere bütün yaratıkların tahakkümü altında kalan hürriyetimin ne kıymeti olabilir? Ve yalnız eğilerek, itaat ederek, hürmet etmediğim kişilerin hürmet etmediğim fikirlerini kabul edeceksem, hayatımın ne kıymeti olabilir?
Ben, "biz" denen o korkunç hayaleti, esaret, çapulculuk, sefalet, cehalet ve hayasızlıktan gelen bu rezalet kelimeyi ezdim, çiğnedim, mağlup ettim.
İşte gerçek kudretin gerçek yüzünü görüyorum şimdi. Bu kudreti toprağın üzerinde yüceltiyorum.
Bu kudreti insanlar var oldukları günden beri aramışlar, bu bilinmeyen kudret onlara mutluluk, huzur ve gurur vermiş. Bu kudret,bu tek kelime:
BEN
Buraya ve her yere, benim bayrağım ve işaretim olan kelimeyi yazacağım. Bu kutsal kelime:
BEN 


(Ayn Rand; "Bencilliğin Erdemi" kitabından)

14 yorum:

  1. Ayn Rand ile bir çok düşüncesi için çatır çatır karşı durup, tartışabilirim. Ama her zaman ( gerek yaşamı gerekse yaşam karşısındaki duruşu sebebi ile) saygı duyduğum bir filozoftur. Ve bir tek bu yazısını tartışmam. Hatta, altına imzamı bile atarım.:)

    YanıtlaSil
  2. Ömer Hayyam'ında dediği gibi;

    Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
    Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
    Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
    Ben varsam var dunya, ben yoksam yok

    YanıtlaSil
  3. Çok "ben" olduğunu ve farklı olduğunu hissetmiştim..

    YanıtlaSil
  4. Avram,
    Ben Ayn Rand'in herşeyine imza atarım, vardır bir bildiği ;)
    bytheway,
    Çok güzel oturdu buraya, eline sağlık.
    Erkek,
    teşekkür ederim, çok zarifsin...

    YanıtlaSil
  5. Epey uzun sürecek ve şiddeti yüksek bir polemiği başlatır bu ama dediğim gibi bu yazısının altına ben de imza atacağımdan ve dahi kendisine olan saygımdan dolayı.. Saygı duyarım bu düşüncene.:))

    YanıtlaSil
  6. Diyorsun..:)) Peki.:) Ama bir kaç günlük hazırlığa gereksinimim var. İki sebeple: Birincisi hem Ayn RAnd'in(görüşlerine katılmasam bile) saygı duyduğum bir filozof olmasından diğeri de senin ciddi bir rakip olmadan dolayı.:))
    Paldır küldür girilecek bir tartışma değil bu.:)
    Not: Bu manifesto hariç..:)))

    YanıtlaSil
  7. I-
    Ayn Rand'in Objektivist Felsefesi, Aristo'nun Mantık ve Felsefi önermelerini temel alarak inşaa edilmiştir. Özü 'akıl'dır. Ama hangi akıl? 'Rasyonel Akıl'. Ayn Rand, Aristo'nun akıl (Logos) kavramı ile yetinmemiş buradan sıçrama yaparak Cicero'nun Racio terimi ile etkinleştirdiği yeni tipolojiyi benimsemiştir. Ayn Rand belki bu noktada kalsa çok ciddi eleştiriler almazdı çünkü Objektivizm doğmazdı. Başına bir de Radikal teriminin eklemlenmesine sebep olan yeniden yapılandırmasına devam ederek; Antik Yunan Ve Roma'nın tanımlamaları ile yetinmeyen Rand, Yepyeni bir anlam vermiştir. İşte tam da burada Bencil/ Ben-ci düşünceyi de bu tanımlamanın içine almıştır ve kıyamet de bundan sonra kopmuştur. Her biri, tek başına belki savunulabilir nitelikte olan ( aynen bu yukarıdaki yazıda olduğu gibi ) düşünce sistematiği bir anda bambaşka bir mecraya akmaya başlamıştır. Ayn Rand'in rasyonel aklı, saf bireyin kendi çıkarına (Rand bunu fayda/yarar olarak algılamakta) yönelik ve şaşmaz bir doğrultuda ilerler. Bunun dışındaki hiçbir önerme, yaklaşım, anlayış kabul edilemez olduğu gibi aynı zamanda akla aykırılık sebebi ile yok sayılır.
    Birey, gelişme ve ilerleme için yalnızca kendi çıkar ve gelişimi doğrultusunda hareket ettiği sürece kabul görür Objektivist Felsefede.
    (Karakter sınırlaması nedeni ile bölmek zorund akaldım)

    YanıtlaSil
  8. II
    Ayn Rand hakkındaki okumalar maalesef Türkiye’de hem çok yeni hem de çok sığ düzeyde kalmakta. (Sözüm meclisten dışarı- Sevgili bolg sahibimizin bu konudaki bilgi derinliğini biliyorum) Bir de yetmezmiş gibi Sinan Çetin ve Serdar Erener denen iki kıtıpiyozun eline bakmakta. Çok sayıda makale ve çalışması olan bu feylezofun tüm çalışmaları ya da belli başlıları da yayınlandığında ( romanları dışında kalanlar) belki çok daha net anlaşılabilecektir. Ayn Rand’in yazıları, bizde aforizmalar halinde ortalıkta dolaşmaktır ki bunlar ya yazılarından yapılan alıntılar ya da kendisinin metinleri için oluşturduğu önermelerdir. Her önerme, ilk anda okunduğunda ilginç ve doğru gözükür insanın gözüne oysa o önermenin alt metnini oluşturan felsefi alana girildiğinde karşı önermeleri de rahatlıkla oluşturulabilir. Hele ki, Ayn Rand’in felsefesinde olduğu gibi kendi içinde çelişkisini taşıyan türden bir felsefi anlayış ise.
    Objektivist Felsefe, bireyin rasyonel aklı ile ‘kendi’ için doğru olanı bulup uygulaması gerektiği temeline oturmaktadır ki tam da burada çelişki başlar. Şöyle ki:
    Ayn Rand’in en çok eleştirdiği tipoloji, devlet memurlarıdır. Yok saymaya kadar vardırır işi. Asalaktır gözünde memurlar. İyi de, memurların güdüsü nedir? Ayn Rand’i esas alacak olursak, memurların da kendi rasyonel akıllarının yönlendirdiği çıkarları değil mi? Bu durumda, memurların ( ya da girişimci-iş insanları dışında kalanlar) yaşam kuralı saydığı ben ve ben-ci tutuma uygun davrandıkları ortada değil mi? Memurun çıkarı günlük çalışma dışında herhangi bir mesai harcamaması gerektiğini işaret eder. Çalışma yasalarının öngördüğünün dışında herhangi bir fazlalık olması demek çıkarına aykırı bir durum yaratır. Yine aynı şekilde, fabrika işçilerini de yapmaları gerekenin dışına çıkmaya zorlayamazsınız ( oysa Atlas Silkindi/Vazgeçti-de maşallah tüm işçiler deli gibi çalışmaktadır) Başkası için kendini feda edemezsin diyen bir anlayış olmasına rağmen işadamlarının gelişimi için başkalarının kendi çıkarlarını bir yana bırakması gerektiğini farkında olmadan savunabilmektedir. Ve yine, tam da burada arada hakem (adalet ) görevi görecek olan devleti devreye sokmak zorunda kalmaktadır ki bu durumda da devletin yine tüm alanlara düşünsel olarak da olsa müdahalesine sebep olursunuz. ‘Söndürmeye’ çabaladığı devleti büyütmekten başka bir işe de yaramaz bu beklenti. İş-insanlarını girişimcileri üst-insan olarak algılarken iş-insanı dışında kalanların zerre kadar önemi yoktur. Bir insan sanatçı da olsa, bir yerden sonra girişimci olmak iş-insanına dönüşmek zorundadır. Bu da, ütopik Kapitalizminin üretim fetişizmini karşılasa bile tüketim safhasında ayağına dolanmaktadır.

    YanıtlaSil
  9. III-
    Ütopik Ülkesinde yer yer ütopik komünizme yaklaşan teorileri betimlendirmiş olması, Kadın karakterlerin inanılmaz güçlü çizilmesi, özel hayatı ilgimi çekmişti. Ki saygı duymama da sebep oldu. En büyük eleştirileri ise Libertyenlerden aldığını yani kendi cenahından ciddi eleştirilere maruz kaldığını da söylemek lazım. Ölümünden sonra, Kurduğu Felsefe Okulu bugün iki kola ayrılmış durumda. Bir kolu, ortodoksça savunusunu yaparken diğeri Libertyenlere daha yakın durmaktadır. Bizde ise, ekonomi, siyaset ve felsefe yanı bir tarafa bırakılarak maalesef sadece bireyin iç gelişimini anlatan hatta yaşama karşı duruşunu belki tasvir eden “ Ben” anlayışı dışında çok da tanınmamakta(Yine sözüm meclisten dışarı) En önemli savunucu ve müritlerinden olan Allen Greenspan ( FED’in başkanlığına kadar yükselmişti)’in yıllar önce hareket ve Rand ile ilişkisini kestiğini de belirtmekte yarar var. Türkiye’de, Ayn Rand ve Objektivizm ile en büyük mücadeleyi veren kişinin ALEV ALATLI olduğunu, Kuantum Mekaniğinden el alan Saçaklı Mantık-Fuzzy Mantık Okulunun Türkiye’deki ayağını oluşturduğunu bunu da Onarımcılar ( Alev Alatlı’nın Shrodinger’in Kedisi (Kabus cilt-1ve Rüya cilt-2) serisinden esinlenildiğini de ek not olarak söyleyeyim. Doğal olarak ikisinin kavgası Aristo Felsefesinden başlar. Saçaklı Mantık modern felsefenin de temelini oluşturan Aristo Mantığını kökten reddediştir. Alev Alatlı’nın tabiri ile Aristo Doğunun yatak odasına kadar sızmış bir Batılıdır oysa Saçaklı Mantık (Kuantum ) tamamı ile Doğuya aittir. Aristo’nun ‘bir önerme ya doğrudur ya da yanlış’ temelli felsefesine, ‘ doğru da yanlış da sadece bir derece meselesidir’ diyerek cevap vermekte olan bir akımdır.

    YanıtlaSil
  10. AVRAM,
    Çıkışa gel, kozlarımızı orada paylaşalım :P Verdiğin bilgiler için öncelikle çok teşekkürler. 1-2 yerde senle çelişiyoruz ancak baştan söyleyeyim, Alev Alatlı'yı henüz okumuş değilim, sahneye hazırlıksız çıkıyorum, doğaçlama yapacağım ;)
    Ayn Rand işçileri romanlarında deli gibi çalıştırmaktadır evet çünkü onun "ütopik" anlayışına göre bu işçiler, iş verenin belli bir işi yaptırmaktaki amacını, idealini algılamış, özümsemiş ve belli bir amaca KENDİ RIZALARIYLA dahil olmuşlardır. Bunun günlük yaşamda çok yaşanagelen bir olgu olduğunu iddia etmiyorum elbette, burada Rand'in "olmasını istediği" dünyadan bahsediyorum.
    Diğer takıldığım nokta memurlar. Rand memurları yok saymaz. Devlet ve toplum gibi olgulara karşı olduğu için, devlete bağlı çalışan memurları doğal olarak takdir etmez...
    Sanatçı veya işçi arasında fark görmemesinin nedeni, ikisi de belli bir İŞ yapmakta, ÜRETİM gerçekleştirmektedir. Bu bir yol yapımı da olabilir, konçerto da... Bu bakış açısıyla bakıldığında bir sanatçının da iş adamı/kadını olarak adlandırılmasından daha doğal birşey yoktur.
    Fazlaca uzun ve detaylı bir tartışmayı bu şekilde özetlemeye çalıştım. Meramımı anlatabildiğimi umarım...

    YanıtlaSil
  11. Hihihih ben bu cavaba da 3 sayfa kritik yazarım ama. Tadında kalsın.:)) 2007 yılında, üç ay boyunca bir Ayn Rand in kitabını bir Alev Alatlı'nın kitabını okuyup ahtmatmiştim. Ve itiraf ediyorum bir kadının yüzünden olmuştu. EY kadınlar, nelere kadirsiniz.:))

    YanıtlaSil
  12. @kendinedikkatet,
    Yazımdan anlayacağın üzere "bencil" kelimesinin tanımı genel kanıdan çok farklı. Bencillik negatif bir kelime değildir. Ben olmak, ben'ci olmak, kendini sevmek demek. Evet ben bencilim, herkesin de öyle olması gerektiğini savunuyorum.

    YanıtlaSil

Konu ile ilgili olmayan yorumlarınız yayınlanmayacaktır.